
Kan dolaşımı, o dolaşıma kan pompalayan bir kalp, beyin, kulaklar… Resmin bu yüzüne bakınca rahatlıkla diyebiliriz ki -insan somut bir varlık.- Diğer taraftan o dolaşımın, kalbin, beynin, içinde biyoloji ile açıklayamadığımız istekler, acılar, hatıralar, düş ya da düş kırıklığı gibi pek çok soyut dinamik var.
İnsanın iç dünyası soyuttur.
Ve insan bu soyut evreni anlamlandırabilmek, anlatabilmek için somut bir evrene ihtiyaç duyar. Aslında binlerce yıldır bu ihtiyacın resimle, anlatıyla, müzikle, şiirle nasıl giderilmeye çalışıldığını, insanın soyut iç dinamiklerinin somut aracılarla nasıl vücut bulduğunu görürüz. Sözlü geleneğin bir ürünü olan anlatı tüm bu anlama ve anlatma çabalarından çok önce vardı.
Söz; boyalardan, müzik aletlerinden ve romanlardan çok önce hayat bulmuştu.
Hikâyeler insanın iç dünyasının ve toplum yapısının yansımalarıdır. Bu sayede insanı ve topluma özgü gerçeklikleri sembol diliyle yeniden anlamlandırma şansı buluruz. Hikâyeler düş gücünü devindirir, geçmiş, bugün ve gelecek arasındaki bağı köklendirir, somut ve soyut mirasları evirerek yaşama hazırlar.
Hikâyeler kültür aktarımında etkin materyallerdir. Anlatıldığı dilin anlatım olanaklarını duyumsatır. Anlama ve ifade etme becerilerini geliştirir.
Hikayeler,
insana özgü gerçekliği didaktik olmayan bir sembol diliyle insana anlatır.
Bireyin bireyle,
Bireyin toplumla,
Toplumların toplumlarla olan bağlarını keşfetmemize yardımcı olur.